عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ، أَنَّ رَسُولَ
اللهِ صلى الله عليه وسلم قَالَ "قَالَ اللهُ أَنَا عِنْدَ ظَنِّ
عَبْدِي بِي".
Hz.
Ebû Hureyre’den radiyallahu anh tahdis edildi ki: Resûlullah sallallahu aleyhi
ve sellem: “Allah: Ben, kulumun beni zannı yanındayım, buyurdu.” demiştir.
(Buhârî, Tevhîd, 36/130)
Yani
kulun zannında ne varsa Allah Teâlâ, ona onu yapar. Şüphe yok ki, hüsn-ü zannı ancak
iyilik yapan kişi besler. Hüsn-ü zanlı kimse, Rabbinin onun iyiliğinin ödülünü
vereceği, vaadinden dönmeyeceği ve tevbesini kabul edeceği inancında olur.
Büyük
günahlarda, zulümde ve emirlere aykırılıkta ısrar eden kişiye gelince
günahların, zulmün ve haramın onunla Rabbi arasında oluşturduğu soğukluk ve
uzaklık, Rabbine karşı hüsn-ü zan beslemesine engel olur. Bu, insanlar arasında
da böyledir. Hiçbir zaman kötülük yapmanın peyda ettiği soğuklukla hüsn-ü zan
bir arada bulunamaz. Çünkü kötülük yapan kişi, karşısındakine, ona yaptığı
kötülük oranında yabancılaşır. İnsanlardan Rablerine en çok hüsn-ü zan
besleyenler, ona en çok itaat edenlerdir. Hasan-ı Basrî’nin söylediği gibi:
“Mü’min, Rabbine iyi zan besleyip güzel amel yapmıştır. Günahkârsa, ona kötü
zan besleyip kötü amel yapmıştır.”
Allah’tan
kaçıp gazap ve öfkesini celbeden şeyleri yapan kişi, Rabbine nasıl hüsn- zan
besleyebilir?.. Rabbinin hakkını, hukukunu ve emrini önemsemeyip zayi eden,
nehyini hafife alıp işleyen ve onda ısrar eden kişi ona nasıl hüsn-ü zan
besleyebilir?.. Allah’a savaş açan, dostlarına düşmanlık, düşmanlarına dostluk
besleyen, sıfatlarını inkâr eden, Allah’ın ve Resulünün beyan ettiği vasıf ve
özelliklerine kötü zanda bulunan kişi ona nasıl hüsn-ü zan besleyebilir?..
Nitekim yüce Allah, kendisinin “işitmesi”nin ancak bazı “cüz’iyat”la alâkalı
olduğuna inananlara şöyle seslenmektedir:
“Rabbinize
karşı beslediğiniz o zannınız sizi helâk etti. Böylece zarara uğrayanlardan
oldunuz.” (Fussilet, 41/23) Bunlar, kendilerinin bildiği çoğu şeyleri Allah’ın
bilmediğini sanınca, onun hakkında su-i zan beslemiş oldular ve bu zanları
onları helâk etti. Bu, Allah’ın kemal sıfatlarını ve yücelik vasıflarını inkâr
edenin ve onu lâyık olmadığı şeylerle nitelendirenin hâlidir. Bu kimse, hâlâ
Allah’ın kendisini cennete koyacağını sanıyorsa bu, kendi kendisini aldatmadır
veya şeytanın, onu Rabbine hüsn-ü zan beslemeyi süslü göstererek kandırmasıdır.
Bu
noktayı iyi düşün. Kendisinin Allah’a varacağını, sözlerini Allah’ın
işittiğini, kendisini gördüğünü, gizli veya açık her şeyi bildiğini, hiçbir
şeyinin ona gizli kalmadığını, huzuruna götürülüp tüm yaptıklarından sorguya
çekileceğini yakinen bildiği hâlde, daima onun gazabını celbedecek şeyler
yapan, emirlerini yerine getirmeyen, onun hukukuna riayet etmeyen bir kul
bunlarla birlikte Rabbine nasıl hüsn-ü zan besleyebilir?.. Bu, nefislerin
aldatmasından ve kuruntuların kandırmasından başka ne olabilir?..
Ebû
Umâme Sehl b. Hanîf şöyle anlatıyor: Urve b. Zübeyr ile birlikte Âişe’nin
radiyallahu anhâ yanına gittim. Âişe şöyle anlattı: Keşke Resulullah’ı
hastalığında görseydiniz! Kendisinin o vakit altı veya yedi dinarı vardı. Bana
onları sadaka olarak vermemi emretti. Ancak, hastalığı ve acısıyla meşguliyetim
beni oyaladı. Allah ona şifa verdiğinde bana “Ne yaptın? Altı dinarı dağıttın
mı?” diye sordu. Ben, “Hayır, vallahi senin acın beni meşgul etti, yapamadım”
dedim. Onları istedi, getirdim. Avucuna koydu ve “Bunlar varken Allah’a kavuşan
bir peygamberin onun hakkındaki zannı nasıldır?” buyurdu. Bir rivayete göre:
“Bunlar yanındayken Allah’a varırsa Muhammed’in Rabbine zannı nasıldır?” dedi.
Aman
Allahım! Acaba, kullara türlü türlü haksızlık ve zulümleriyle Allah’a varacak
olan zalimlerin ve büyük günah işleyenlerin Allah’a zanları nasıldır ki? Eğer kul,
“Hakkında, hiçbir zalim ve fasığa azap etmeyeceğine dair hüsn-ü zan besledik”
sözünün kendisine bir fayda vereceğini sanıyorsa, Allah’ın yasakladığı her şeyi
yapsın. Çünkü ateş ona dokunmayacak! Subhânallah… İnsanın kendi kendisini
aldatması, onu nerelere götürüyor!
İbrahim
(a.s.) de kavmine “Allah’tan gayrı uydurma bir ilâh mı istiyorsunuz? Peki,
âlemlerin Rabbi hakkındaki zannınız nedir?” (Sâffât, 37/86-87) demişti. Yani
siz, Allah’tan başkasına ibadet etmişken, onun size ne yapacağını sanıyorsunuz?
Bu
noktayı iyice düşünen kimse, Allah’a iyi zan beslemenin anlamının güzel amel
yapmak olduğunu bilir. Çünkü kulu, güzel amele onun sevap vereceği, ödüllendireceği,
kabul edeceği hususundaki hüsn-ü zannı iter. Şu hâlde kişiyi iyi amele, iyi
zannı teşvik eder. Rabbine ne kadar iyi zan beslerse ameli de o kadar iyi olur.
Aksi takdirde heva ve hevese uymakla birlikte hüsn-ü zan beslemek, âcizliktir.
Nitekim Tirmizî’nin ve Ahmed b. Hanbel’in Şeddâd b. Evs’ten naklen yaptıkları
rivayette Resulullah (s.a.v.): “Akıllı, nefsini Allah’ın emrine boyun eğdiren
ve ölüm sonrası için çalışandır. Âciz ise, heva ve hevesine uyan, sonra da
Allah’a karşı ümit ve temenniler besleyen kişidir.” buyurmuştur.
Hüsn-ü zan, ancak kurtuluş vesileleri bulunduğunda
olur. Helâk sebepleri mevcutken hüsn-ü zan gerçekleşmez. (İbn Kayyım
el-Cevziyye, Kalbin İlacı, Elif
Yayınları, trc. Savaş Kocabaş, s.34-36)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder